Hediye

‘Offff… Bu ne sıcak!’ diye söylendi alnındaki boncuk boncuk ter damlalarını silerken… Yanındaki, mavi gömleği ter ve kırışıklıktan şekil değiştirmiş adam içtenlikle gülümsedi:

Çukurova dediğin böyledir abi. Sıcak, nemlidir ama kışı rahattır bilesin.

Adam gözlerini hafifçe kaldırıp adamı şöyle bir süzdü. Elli elli beş yaşlarında, iri gözlü, kirli sakallı, yüzünde güneş ve yaşlılığın izleri olan kavruk bir adamdı.

– Hıı öyledir, dedi. Bu sohbeti çok uzatmak istemiyordu. Bir an önce valizini alıp otogardan ayrılmak niyetindeydi. Gözlüğünün camındaki ter damlalarının oluşturduğu tuz kümelerini parmağının ucuyla sildi. Bu hareketiyle camı iyice bulanıklaşan gözlüğünü gömleğiyle temizlerken:

– Hastane ne tarafta? diye sordu.

Muavin: -Otogardan çıkınca sağa dön, ana caddeyi takip et, bayrak direğinden yukarı çıkınca görürsün, dedi.

Adam onaylar şekilde başını sallayıp yürümeye koyuldu. Ensesinden akan terin sırtına inişini hissederken ‘Niye arabayla gelmedim ki!’ diye kendi kendine kızdı. Bayrak direği karşıdaydı. Neyse, dedi. Direğin karşısındaki ağaçlıkta serinlerim biraz…

Karnının acıktığını hissetti. Doğru ya, gece yarısı yola çıkmış bir şey yememişti. Saate baktı. ‘Ooo 9’u geçiyor.’ diye mırıldandı. Karnı açtı ama canı bir şey yemek de istemiyordu. Hep böyle olurdu zaten, bir yere giderken iştahı olmazdı.

Yemeği boş ver şimdi, ciğerim yandı sıcaktan, diye düşündü. Kaldırım köşesindeki küçük büfeden soğuk su aldı. Büfenin ilerisindeki ağaçlıkta banka çöküverdi. Bilmediği bu şehirde ne yiyeceğini düşünürken az ileride tepsi içinde simit satan bir çocuk gördü.  Önce çocuğu pek önemsemese de çocuğun simit satarkenki konuşması hoşuna gitti. Küçük olmasına rağmen bu işte usta olmuştu. Bir simit isteyene iki simit satıyor, espri yapıp kendini sevdiriyordu. Gülümseyerek çocuğu incelemeye koyuldu. Sekiz dokuz yaşlarında olmalıydı. İlk dikkatini çeken çocuğun saçı oldu. Okul çağına göre hayli uzundu ama çok şekilsiz kesilmişti. Siyah dalgalı saçları ensesine uzanıyor, yanlardan her iki kulağını kapatıyordu. Ama önleri bir tuhaftı, sanki birisi saçın önünü kısaltmış ense ve kulakları kapatmıştı. Temiz yüzlü, gözleri ateş gibi bakan, süt dişleri yerine ön dişleri çıkmış, tıknaz bir çocuktu. Kendi kendine ‘Eli yüzü güzel çocuk, zeki ama o saçlar ne?’ diye söylendi. ‘Dur, şu keratayı biraz da ben söyleteyim.’ diyerek çocuğa yanaştı.

-Merhaba, iki simit verir misin delikanlı?

-Tereyağlı mı sade mi?

-Ne fark var ki?

-Olmaz mı, tereyağlı 50 kuruş fazla.

-Peki, bir ondan bir de öbüründen ver bakalım. İşler nasıl?

-Eh işte halimize şükür.

Bak sen, kırk yıllık esnaf gibi konuşuyordu.

-Ne olacaksın büyüyünce?

Çocuk kafasını kaldırmadan cevapladı.

-Simit satacam ben, sonra bakarız.

Çocuğun yanındaki kaldırım taşına oturdu. Eylülün sonuna yaklaşılmıştı. Bu saatte bu çocuk okulda olmalıydı.

-Sen okula gitmiyor musun?

Çocuk kendinden emin bir şekilde;

-Okulu bıraktım ben, dedi.

-Niye?

-Görmüyor musun nasıl gideyim okula? diye çıkıştı çocuk.

Adam şöyle bir süzdü çocuğu… Saçlarının görünüşü hariç yakışıklı sayılabilecek bir çocuktu. Deminden beri dinlediği diyaloglar zeki olduğunu da gösteriyordu. Kıyafetleri çok yeni olmasa da pejmürde değildi. Ailesinin durumu yok herhalde, diye düşündü.

-Niye paran mı yok senin?

Çocuk kızdı, cebindeki bozuklukları gösterdi.

-Param var benim. Çanta bile alırım bunlarla…

Adam ciddiyetini bozmadan;

-Eeee o zaman niye gitmiyorsun okula?

-Söylemem, dalga geçersin, diye tersledi çocuk. Adamın bir an önce gitmesi için simitleri uzattı.

-Al, simitlerin.

-Tamam da niye kızdın? Meraklanmıştı. Hem senin bu saatte okulda olman gerekmez mi?

-Bıraktım dedim ya…

-Okulu bırakmak için erken değil mi?

-Okumayı öğrendim ben.

-Peki ya matematik? 17 simit istesem ne yapacaksın?

-Hesap makinası kullanırım.

-Anlaşıldı. Sen kafaya koymuşsun da anlamadığım niye gitmiyorsun okula?

Adam çocuğun ailesinde bir sıkıntı olabileceğini düşündü. Üstüne varmadan nasıl öğrenebilirim, dedi kendi kendine. Konuyu değiştirmek lazımdı.

-Ben yeni geldim buraya, hiçbir yeri bilmiyorum. Hastaneye nasıl gidilir?

-Zaten gelmiş sayılırsın. Şurdan sola dön düz git kocaman bina orda işte diye parmağıyla gösterdi. Sonra ‘Hasta mısın yoksa?’ diye ekledi. Sesi yumuşamıştı.

-Yok ben artık orada çalışacağım.

-Doktor musun amca sen?

-Evet.

-Ne doktoru?

Bu defa çocuk, adamı dikkatlice süzdü.

Adam gülümsedi. Bir bacak çocuk neler de biliyordu!

-Plastik cerrah, dedi.

-O ne ki?

-İnsanların dış görünüşündeki bozuklukları düzeltirim, diye açıkladı adam.

-Amca sana bir şey sorabilir miyim?

Az önceki özgüveni yok olmuş, ürkekçe adama bakıyordu. Bir şey söylemek isteyen ama söyleyemeyen, suçunu itiraf etmek üzere olan birinin mahcup hali vardı gözlerinde… Adam kendisine bakınca gözlerini yere dikti. Ayakkabısının ucunu kaldırım taşına sürerek ‘Amca…’ dedi. Devamı gelmedi.

Adam çocuğu cesaretlendirmek için:

-Söyle bakalım, hiç doktordan çekinilir mi? dedi.

Çocuk şekilsiz saçlarını arkaya doğru attı, kulaklarını göstererek:

-Benim de kulağımı düzeltir misin? Mahallede, okulda herkes bana ‘kepçe’ diyor.

Çocuğun içtenliği adamın çok hoşuna gitti. Gülümsedi.

-Düzeltirim tabi, neden olmasın?

-Çok para alır mısın?

-Alırım ya…

-Benim o kadar çok param yok ki, diye dudak büktü çocuk.

Adam az önceki cümlesinden pişman olmuş şekilde:

-Para alırım ama senden değil, maaş derler ona, bilir misin?

-Bilirim, ne sandın? Sekiz yaşındayım ben, diyerek böbürlendi.

Adam tekrar gülümsedi.

– Adın ne senin?

-Mustafa.

-Peki Mustafa, okula gitmeye söz verirsen yaparım.

Çocuk onaylar şekilde başını salladı. Gözleri ışıl ışıldı.

-Ne zaman geleyim?

-Sen tek gelemezsin yanında büyük biri lazım.

-Haftaya babamla gelsem olur mu?

-Olur, dedi adam. Şimdi hastaneye gidelim bakalım.

……..

Bir hafta sonra Mustafa ve babası Plastik Cerrahi Polikliniği’ne geldiler. Doktor muayene ettikten sonra Mustafa’nın babasına, Mustafa’nın okula gitmesi gerektiğini bunun zaten yasal zorunluluk olduğunu söyledi.

Mustafa’nın babası:

-Ne yapalım doktor bey, ne dediysek dinletemiyoruz. Okula gitmemek için yapmadığını bırakmadı. Zorla gönderdik, sınıfı birbirine katmış, arkadaşlarıyla dövüşmüş.

-Ben dövüşmedim, diye itiraz etti Mustafa.

-He he dövüşmemiş onlar Mustafa’ya saldırmış. Anladın ya doktor bey.

-Öğretmeni ne diyor peki?

-Ne desin? “Mustafa çok hırçın… Kavraması iyiymiş ama saldırgan hareketleri yüzünden arkadaşlarıyla anlaşamıyormuş. Birkaç gün göndermeyin, okul ortamını ve arkadaşlarını özlesin. Bu arada iletişim halinde olalım.” dedi. Öğretmen de şaşırdı ne yapacağını…

Doktor Mustafa’ya döndü, otoriter bir ses tonuyla:

-Kulaklar yapıldıktan sonra okula dönülecek, uslu olunacak, kavga yok. Söz mü?

Mustafa:

-Söz. Hem vallah hem billah! Karnemi bile getiririm sana…

-Peki, yapalım o zaman. Önce şu tahlilleri verin, Mustafa narkoz alabilir mi, ona bakalım, sonra da gün ayarlarız.

……

Pencereden dışarıyı izlerken kapının çalınmasıyla irkildi.

-Dalıp gitmişsiniz doktor bey hayırdır?

Gelen, servisin sorumlu hemşiresiydi. Gülümseyerek doktora bakıyordu.

-Hiç, dedi doktor. Gece gelen genci düşünüyordum. Kasksız, motosiklete binmiş, bir de kırmızıda geçince… Demin annesi geldi, durumunu soruyor… Devam edemedi.

-Yoğun bakımda değil mi? diye sordu hemşire doktorun kaygısını paylaştığını gösteren ses tonuyla…

-Evet. Beyin ödemi var, tüm yüz kemikleri kırık, genel durum toparlarsa bakalım yapacağız bir şeyler… Yıllar oldu, her ölüm zamansız ama genç olunca daha da acı işte…

Hemşire konuyu değiştirmek istedi.

-Doktor bey sizin şu kepçe Mustafa ne oldu?

-Haa o mu? Ameliyat oldu ancak ilk pansuman dışında kontrollere gelmedi. Aslında alıştım artık hastalar sonuçtan memnunsa genelde kontrole gelmiyor. Bazen de kontrol için değil çeşitli hediyeler getirmek için uğruyorlar.

-Aslında hastaların kontrole gelmesi gerektiğini ısrarla anlatıyorsunuz.

– Anlatıyorum da nafile… Zaten en büyük sıkıntı bu. Tamam hastalar memnun olabilir ama doktor olarak bizler de yaptığımız operasyonun sonucunu görmeliyiz.

….

Sıcak bir haziran öğleden sonrası polikliniğin kapısı çaldı.

-Girin.

Doktor muayeneleri bitirmişti ama geleni geri çevirmek istemedi.

Kapı aralığından, bir çocuk kafası belirdi. Doktor, çocuğu görür görmez tanıdı.

-Oooo hoş geldin Mustafa. Nerelerdesin? Kontrollere de gelmedin.

-Haklısın doktor amca. Birden gözleri ışıldadı. Sana bir hediye getirdim.

Doktor ‘Hayırdır?’ diyecek oldu, Mustafa beyaz bir kartonu doktora uzattı. Karnesiydi…

-Bak, hepsi pekiyi, takdir de aldım.

Demek Mustafa okula gitmişti. Doktor, Mustafa’ya sarıldı yanaklarından öptü.

-Aferin, seninle gurur duydum. Tuttun sözünü demek.

Mustafa onaylar şekilde başını salladı. Büyüyünce ne olacağıma karar verdim, dedi.

-Söyle bakalım ne olacaksın?

Mustafa gözleri ışıl ışıl:

-Plastik cerrah, dedi.

Doktorun gözleri doldu, Mustafa’ya göstermemek için sarıldı sımsıkı… Daha büyük bir hediye olabilir miydi?

tr_TRTurkish
Scroll to Top